Perşembe, Şubat 08, 2007

halusinasyon

en bilinen tanımı ile olmayan şeylerin olduğunun algılanmasıdır. en bilinen olmasıyla birlikte doğru bir tanımdır. fakat yalnızca algılarımızın oynadığı bir oyun değil, gerçeklik kavramının da sekteye uğramasıdır. örneğin ilüzyonda bir şeyin gerçekten ortadan kaybolmadığını ya da adamın uçamayacağını bilirsiniz. sizin algılarınız size böyle söylese de gerçek farklıdır. olanlar gösterildiği gibi değildir.

orada olmayan bişeyi gördüğünüzde, ya da olmaması gereken bir ses duyduğunuzda bunun gerçek olamayacağına kendinizi inandırdığınız sürece ciddi bir sorun yoktur. yalnızca daha temkinli olursunuz, algılarınızı denersiniz, güvendiğiniz şeyler üzerinden algılamaya çalışırsınız. fakat ne zaman ki güvendiğiniz şeyler de güvensizlik vermeye başlar, o zaman ciddi sorunlar kapıya dayanır.

elinizde tuttuğunuz şeyin gerçek olmadığını farkettiğiniz zaman, elinizde neden böyle bir şey olduğunu algıladığınızı düşünmeye başlarsınız. elinizde tuttuğunuzu düşündüğünüz şey gerçekten orda değilse ve siz bunu daha önce farketmediyseniz, başka şeyleri de farketmemiş, yanılmış olabilirsiniz. elinizde tuttuğunuzu düşündüğünüz şey aslında yokmuş, peki ya eliniz? bu el sizin miymiş? burda bi el var mıymış? peki sizin bi eliniz var mıymış? "el" kavramı neymiş? "kavram" neymiş ki? mantık neymiş ki? "gerçek" noolmuş? güvendiğiniz neymiş? yaşadığınız? yaşadıklarınız? burda bulunuyor muymuşsunuz? siz var mıymışsınız?

halusinasyon yalnızca olmayan şeyler algılamak değildir. aynı zamanda bununla birlikte gelen gerçeklik yitimidir. "gerçek"in olmadığı bir yer düşünün. neyin ne olduğunun bilinmediği, olaylar arasında sebep sonuç ilişkilerinin olmadığı bir yer. burası bir "harikalar diyarı" değildir. burası bir azap dünyasıdır. siz azabın ve dünyanın ne olduğunu bilemediğiniz bir haldeyken.

gerçeğin ya da daha tutarlı bir ifadeyle güvenebileceğiniz algıların kaybolduğu bir zaman-uzayda kalmak her babayiğidin kaldırabileceği bir durum değildir. rasyonel düşünce ile yoğurulmuş beyinler bunu kolay kolay kaldıramaz. gerçek, algı, sebep sonuç ilişkisi, deneyimlerin hayata katkısı, yaşanmışlıklar, yaşananlar, uzay, zaman yok olmuştur, siz artık yoksunuzdur. bu tür bir yokluğun ilk belirtisi genelde anksiyetedir. netekim alışılmışın dışında ve ağır halusinasyon yaşayanların deneyimi bunu destekler niteliktedir. ne yapacağını, neyin ne olduğunu bilemeyen, ayrımına varamayan bir ruh hali.

eğer kavramların aşırı derecedeki sönükleşmesine birazcık alıştırırsanız kendinizi, keyif almaya başlayabilirsiniz. şimdiye kadarki tüm deneyimlerin, kavramların yitmesi; size yepyeni deneyimler, yepyeni kavramlar sunabilir. artık herşey mübahtır. isterseniz odanızdan bir tren geçirebilirsiniz ya da uçarak gidip istediğiniz yerde istediğiniz insan olabilirsiniz. ya da şöyle söyleyelim, öyle olduğunuzu sanırsınız. tabii bunu yalnızca kontrol edebileceğiniz ölçekte yapabilirsiniz. odanızdan tren geçirirken trenden üstünüze bir fil düşebilir. ölebilirsiniz. belki de ölmezsiniz. ufak bir şemsiye açıp kurtulursunuz filden.

halusinasyon, gerçeklik yitimi, her ne kadar keyifli noktalara ulaşabilse de içkin olarak her zaman bir güvensizlik barındırır. çünkü her an kontrolünüzden çıkabilir, her an sizi de sönükleştirip içine alabilir.

şimdi bu halusinasyon tanımını biraz genişletelim. biraz önce bahsettiğimiz herşeyin temelinde duran gerçeklik yitimini, sönümünü tekrar ele alalım. ama bu kez algılar üzerinden değil algılayış üzerinden gidelim.

düşünün ki bir oda var. bu odanın içindekine dair hiç bir kişisel deneyiminiz yok. bu oda hakkındaki her türlü veriyi dolaylı yoldan elde ettiniz. güvendiğiniz kaynaklardan gelen bu veriler ise sizi o odanın içindekilerin hoş olmadığı, istenmeyen şeyler olduğu konusunda ikna etti. yani artık yalnızca bir veri değil oda hakkındakiler, işlenmiş düşünceleriniz. sizin düşünceleriniz. örnek bu ya, bir gün bu odaya girdiniz. ya da açıp baktınız. ve bu oda içindekilerin aslında o kadar da istenmeyen şeylerden oluşmadığını farkettiniz. bu oda aslında güzelmiş. ve tabii insanın kendisiyle çelişmesinin kolay kaldırılabilir olmamasından ötürü, bu oda hakkındaki düşüncelerinizin sorumluluğunu başkalarına, güvendiğiniz kaynaklara yüklediniz. güvendiğiniz kaynaklar ile iletişime geçip yeniden görüş birliğine vardığınızda ise sonuç, aslında kaynakların verdiği verilerin değil sizin vardığınız sonucun bu yönde olduğu oldu. yani kısaca "hani böyleydi?" dediniz onlar da "sana öyle gelmiş" dediler.

şimdii. bir düşünceniz vardı bu oda hakkında. sizin düşünceniz, sizin bir parçanız, sizi siz yapan bir eleman. ve bu düşünce yanlışmış, doğru değilmiş, "gerçek"lerle uyuşmuyormuş. şimdiye kadarki bütünlüğünüz aslında tam olarak bütün değilmiş, eksikmiş. peki bildiğinizi sandığınız diğer şeyler? ne biliyomuşsunuz ki aslında? emin olduğunuz bir şey yanlışsa, emin olduğunuz diğer şeylerin doğru olduğunu nerden bilebilirsiniz ki? asla yeniden emin olamazsınız. kalem hep yazı yazardı şimdiye kadar, kağıt yırtılırdı, duvara çarpınca canınız acırdı. peki şimdi emin misiniz? ben olsam olamazdım, olamadım.

algıların sönümü, algılayışı, düşünceleri ne kadar etkiliyorsa, algılayışın sönümü de algıyı o kadar etkiler. gördüğünüz şeyin gerçekten gördüğünüz şey olup olduğu konusunda şüpheye düşersiniz artık.

dayanağını yitirmiş bir algı ile odamızdan tren geçirebiliyorsak, dayanağını yitirmiş bir algılayış ile neler yapamayız ki? bir düşünsenize, yine herşey mübah. yine bir kısıtınız yok. şimdiye kadar ki bütün öğretilenler, bütün bildikleriniz yitiyor. sınırlar ortadan kalkıyor. toplum olabilmemiz için gerektiği iddia edilen şeyler, sizin içselleştirdiğiniz kurallar, olması gerektiğini düşündüğünüz kavramlar ortadan kalkıyor. bir ahlak kavramınız yok artık. kafanızdaki erekler yok artık. tamamen özgürsünüz.

algılayışın sönümünde yine aynı sorunla karşılaşıyoruz: ya bildiklerimizin, düşündüklerimizin hepsi yanlış değilse? ya duvardan geçemiyorsak hala? ya başkalarına saygılı olmanın bilmediğimiz, göremediğimiz, anlayamadığımız avantajları varsa? yaptığımız işin yanlış olduğunu düşünüyorduk. ama şimdi yanlışmış gibi gelmiyor. ama yine de yanlış olabilir belki. şimdiye kadar sizi oluşturan sizden tamamen kurtulamamanızın da verdiği bu ve benzeri ikilemler bizi yine aynı noktaya götürür: anksiyete.

yazı uzadıkça uzuyor tabii ama bahsetmeden geçmek istemediğim, hatta bundan bahsetmek için yukarıdaki paragrafları yazdığım bir durum daha var.

gerçekliğin kaybolması ve anksiyete yalnızca yanılıcı, yanıltıcı durumlar sonucunda ortaya çıkmaz. daha düzgün bir ifadeyle; yukarıdaki durumların sonucu olarak ortaya çıkan sonuçlara başka yollardan da erişilebilir. bunlara bir örnek kişiliğin kaybolması, benliğin soluklaşmasıdır.

benliği oluşturan etmenlerden en önemlileri onu tanımlayan şeylerdir, kendimizi başka insanlardan farklı kıldığını düşündüğümüz özelliklerimiz. bu özellikler yıllar boyunca üstüste eklenerek, zaman zaman şekil/yer değiştirerek birikir. ve bizi biz yapar. bulunduğumuz yer, içinde yaşadığımız ortam, hedeflerimiz, hayallerimiz, sevmediklerimiz, olmadıklarımız, olmak istediklerimiz, hep bizi biz yapan şeylerdir. günün birinde bunların büyük bir çoğunluğu sekteye uğradığı zaman ciddi bir sorun çıkar. benlik darbe almıştır. kan kaybetmektedir. bütünlüğünü yitirmiştir.

bütünlüğünü yitirmiş bir benlik halusinasyonlar arasında salınan bir benlikten çok da farklı değildir. çünkü biraz önce bahsettiğim üzere halusinasyonların doğurduğu sonuçlarda en büyük etki, gerçeklik duygusunun kaybolmasıdır. gerçeklik (ki anlamış olacağınız üzere burda gerçeği algısal bir kavram olarak kullanıyorum), benliği oluşturan en önemli etmendir. benliğin bütünlüğünü yitirmesi, gerçeklikten uzaklaşması biraz önce bahsedilen sonuçları doğurur. olmayan, sekteye uğramış, eksilmiş bir benin attitude (türkçesini bulamıyorum) kaygısı kalmamıştır. konum kaygısı kalmamış bir birey için ise yine herşey mübah hale gelir. bir yandan bu mübahlığın özgürlüğünü yaşayan birey, bir yandan da olmayan bir benin, olmayan, sönmüş kavramların anksiyetesini yaşar.

kendimi tanımlayan şeylerin bir çoğunu yitirdiğim şu zamanlarda böyle bir yazı yazmak istedim. öncelikle kendimi anlamak, sonralıkla da dünyaya bişeyler katabilmek umudu taşıdım.

keyifli hayatlar diliyorum.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

kaçıncı kere okudum gene bu yazıyı, resmen başyapıt olmuş hacım -barış