Pazartesi, Mayıs 30, 2005

Aren'den

Aren'den bir alıntı. kendisini marmara üniversitesi'nde bulabilirsiniz.
kim bilir belki çoktan bulmuşsunuzdur:

BEKLENTİSİZ SEVDİNİZ Mİ HİÇ..!!


Aşklardan öyle çok şey bekler hale geldik ki, beklentilerimiz yerine gelmediğinde kendi kendimizi yiyip bitiriyoruz. Tabii aşkta bitiyor. Ondan sonra gelsin acılar gelsin gözyaşı...

Bir başarabilsek beklentisiz sevmeyi öyle özgür hissedeceğiz ki kendimizi... bir öğrenebilsek aşkımızın başkalarına bağımlı olmadan sadece kendimizin içinde yeşerdiğini... bir anlayabilsek, aşkın başkalarını değil kendimizi mutlu etmek için gerekli olduğunu...

Hiç beklentisiz sevdiniz mi? Yani bugün telefon etmedi demeden, şu an nerede acaba diye kendi kedinizi yemeden, yaş günümü hatırlayacak mı acaba diye bir beklenti içine girmeden... sevdiniz mi hiç?

Bitecekse biter

Onun, size ait bir mal olup olmadığını kabul edip onu özgür yaşama ile sevmeyi denediniz mi? Yanındaki erkek arkadaşına aldırmamayı öğrenip, ama aldırmıyormuş gibi yapmadan, gerçekten aldırmadan. ''Bitecekse biter, bunu ben değiştiremem, beni sevmeyi bırakmasını değiştiremeyeceğim gibi'' diye düşünün.

Onu yersiz kıskançlıklara boğmadan ve kendinizi yıpratmaktan vazgeçebildiniz mi hiç? Hiç beklemeden çalan bir kapıda onu karşınızda görmek ne güzeldir bilir misiniz? Beklemediğiniz bir anda hediye almak en sevdiğinizden... ve beklemeden gelen bir 'seni seviyorum' mesajının tadına varabildiniz mi hiç?

Siz istediğiniz için değil, o istiyor diye yapıldı mı tüm bunlar? Ve beklentisiz sevmenin tadına bakabildiniz mi hiç?


Sürprizlerle mutluluk

"Bugün beni hatırlamadı" yerine "hiç beklemiyordum senin geleceğini" diyebilmek ne güzeldir oysa... onu boğmadan, kendinizi boğmadan, sevebilmek ne güzeldir..

Sahiplenme duygusundan uzak, sevmenin sevilmenin tadına varabildiniz mi hiç? Yapılmamış davranışlar, söylenmemiş sevgi sözcükleri ile kendi kendimizi aşk çıkmazında kaybedeceğinize hiç beklenmeyen bir demet çiçekle mutlu oldunuz mu?

Beklentisiz sevin... Ben beklentisiz seviyorum... niye aranmadım diye düşünüp kendi kendinizi yiyeceğinize hiç beklenmedik bir "seni özledim" mesajıyla aşkı yakalayın.

Beklentisiz sevin... Ben beklentisiz seviyorum. O sizin sevgiliniz olduğu için değil. Ona tapulu malınız gibi. Çantanız, arabanız gibi davranma hakkını olduğunu düşünmeden. Onu, sevdiğiniz, onun da sizin sevdiğiniz için sevin.

Yıllanmış şarap gibi

Sevgiye karışan beklenti denen illeti hemen silin aşkın ak sayfalarından.

Göreceksiniz ki, o zaman aşk başka bir güzel. Göreceksiniz ki, o zaman sevgili daha bir romantik. Göreceksiniz ki, o zaman sevmek ve sevilmenin damaklarda bıraktığı tat yıllanmış şarap gibi. Beklenti zevkine karışmadan bir başka döndürüyor insanın başını.

Ben beklentisiz seviyorum...!!!!

Cumartesi, Mayıs 28, 2005

değişiklik

blogun başlığını değiştirdim. böyle url'ye daha uygun oldu sanki.
evet canım sıkılıyo....

Cuma, Mayıs 27, 2005

of of of

"rüzgar güldü halime
dedi gidelim düş önüme,
gidemem dinle martıları
bitmiyor alayları!"

Perşembe, Mayıs 26, 2005

disposed teen

kendimi kullanılmış, yıpranmış, tükenmiş ve hatta atılmış hissediyorum. hep ben yaptım ama bunları kendime. insanın benim kadar büyük bi düşmanı varken başka düşmana gerek kalmıyo tabii.
şimdi başlayayım içimi dökmeye. bilenler bilir freud derki üç farklı olay var (ehehe bulamadım kelimeleri): bir id. bu hayvansal dürtüler ve içgüdüler anlamına geliyo. ve bunların ortaya çıkardığı eylemler. iki süperego: bu da toplumdan gelen ya da insanın kendisinin oluşturduğu kurallar silsilesi. bu böyle olmalıdır şu da şöyle gibi. üçüncü olarak da egomuz var. şimdi ego sanırım latince ben demek. bu ego dediği şey freud amcanın süperego ve id arasında sıkışmış bizi oluşturuyo.
id ve süperego mutlak şeylerdir. lafın gelişi tabii. yani bi insan acıkınca yemek ister, sevmek ister, tembellik ister. ama yemek yemek için çalışmak gerekir. sevgini ööle her şekilde ifade edemezsin maskelemen gerekir falan filan. ilki id oluyo ikincisi süperego. pragmatik bi ifade ile bu ikisi arasında yaptığımız tercihler de egoyu oluşturuyo.
buraya kadar herşey iyi güzel. ama bu blogun konusu olarak bana gelelim. ben bu klasmanda nasıl değerlendiriyorum kendimi. başta bahsettiğim kullanıp atılmışlık burda devreye giriyor. yıllardır id'i öyle geri plana attım ki yoruldu bünye. şimdilerde acayip sıkıntı yaratıyo. insan yapmak istediklerini "hmm yanlış yapmamam lazım" diye bu kadar bastırırsa içten içten vuruyo id.
evet kardeşim ben de duygularımca hareket edebilmek istiyorum yaa. walla sıkıldım. ama bu bi hayatta kalma şekli ne yazık ki.
her insan hayatta kalmak üzere çevresiyle çeşitli ilişkiler kuruyo. kimisi hep işlerini başkalarına yaptırıyo, kimisi her sorununu kendisi çözmeye çalışıyo. ben ise tembelliğimi ve kötülüğümü ört bas etmek için "iyi insandır bu zarar gelmez" havası oluşturuyorum. sonra bişey isteyince yapıyo insanlar. ya da bu "hafif delidir ne yapsa yeridir" havası sayesinde dilediğimce takılabiliyorum. ama bu havayı korumak zor gelmeye başladı.
ya aslında sorun kendimle. yani nası desem... bu kadar mantık adamı olmamam lazım. idi biraz dinlemem gerekiyo. bi yandan evet olmak istediğim gibi görünüp, göründüğüm gibi olmaya çalışıyorum. bi yandan da çok zorluyorum kendimi.
insan yaptıklarıyla vardır dersek. ben içimde ne kadar kötü olursam olayım başkaları için iyi şeyler yapıp iyi bi insan olarak görünüyorsam iyi bi insanım demektir. niyetler yerine sonuçlara bakmak gerekiyor bazen.
mesela televizyon izlemek. bi yandan dayanamıyorum mental olarak o alete bakmaya ama körolasıcalar herşeyi yapıyolar ilgi çekmek için. işte onlar idime sesleniyolar ben ise... bilmiyom neremle hareket ettiğimi. ama evimde televizyon yok. ama tv kadar basit diil işte herşey. çekemediğim bişeyi parçalamak istiyorum mesela. ya da bazen insanların yüzüne "bencilsin sen!" diye bağırmak istiyorum ya da "salaksın sen!" "otsun sen!" diye. ama olmuyo işte. "bak arkadaşım bööle bööle" diye anlatmak gerekiyo. genelde daha fazla işe yarıyo tabii ikincisi ama sıkıldım işte.
uzun süredir sıkkınım bu konuda, bi kaç senedir bekliyorum patlıycak diye ama patlamadım henüz kimseye. bakalım noolcak sonu...
bi de bugün bi yerde gördüm de aklıma geldi. bu hayatta kalma ile falan da bağlantılı. bir kaç yıldan beri darwiniyen bir felsefe tutturmuştum kendime. değişime ayak uyduran hayatta kalır kardeşim. bugün farkettim ki öyle kaptırmışım ki kendime buna varolma amacım varolma olmuş. şu dünyada varolmaktan başka bişey yapmaz olmuşum yani. ewet her koşulda varolabilirim ama o yani. o kadar. varolduğum zaman bişey yapsam bari. yok yaptığım bişey de. kendi kendine dönen bi teker gibiyim yani. sonsuza kadar dönecek ama hiç işe yaramayacak. çünkü bi araba tekeri değil, kendinden başka birini biyerden bi yere götürmüş bi teker değil. ööle kendi kendine dönecek naaparsan yap.
ben bişeyler yapmaya çalışıyorum bazen aslında. şöyle dünyaya bi faydam dokunsun istiyorum ama olmuyo galiba pek. zaten çok moral bozucu bişey var. başarı hikayelerini falan okuduğumuz zaman insanların, gördüğümüz şey: azim, inanç, kararlılık ve çok çalışmadır. hadi biraz da şans diyelim. bi de kendime bakıyorum, sonra acı bi gülümseme yayılıyo suratıma. ehehe. azim desen yok, inanç desen çoktan yitirmişim, benden daha kararsız çok az insan tanıyorum (onlar da bazı konularda sadece), ama çok çalışıyorum. pehehe. yalan tabii ki. hiç "çok ööle oturan bi adamdı, çevresindekiler iyi insan derlerdi, tembeldi, başladığı her işi yarım bıraktı, yaptığı en iyi şey kendisini incelemekti onu da tam başaramadı. ama 5 şehre heykeli dikildi adını altın gümüş ve uranyumdan harflerle yazdılar herbir köşeye. sonra uranyum ışıdı insanlar kanser oldu, analar sakat doğurdu ama kimse gocunmadı. haketmişti çünkü o!" diye bi hikayeye rastlamadım.
ya bunların hepsi özel olmak istememden kaynaklanıyo sanırım. gerçi her insan bunu istiyo. bi filmde mi kitapta mı ne geçiyodu: "herkes astronot, roket bilim adamı, pilot olmak ister. köşedeki sigortacı olacağımızı anladığımız an gerçek hayata döndüğümüz andır." yaklaşık böyle bişeydi. sigortacı dediğine göre amerikan asıllı bi söz olsa gerek.
herkes farklı şekilde özel oluyo ama. yani herkes bi şekilde özel. herkes ailesi için özel mesela. ama bu yetmiyo genelde kimseye. çünkü öntanımlı zaten o. ikinci özellik insanın "sevgili" olarak adlandırdığı kişiden geliyo (ben kimseyi o şekilde adlandıramadım o da gariptir). karşılılı olarak özel oluyosun. bu olayı da bu şekilde tatmin ediyosun. ne biliim naz yapıyosun, kapris yapıyosun, bişeyler bekliyosun, mantık sınırlarının ötesine geçiyosun. mantık zaten saçma, dayatma bişey. (hmm biraz önce kendimle mi çeliştim. hmmm).
ben hala bi şekilde özel olmaya çalışıyorum tüm dünya için. ama önce kendim için.
ya ben kendine hiç saygı duymayan bi adamım sanırım. isteklerime ihtiyaçlarıma. çok kötü bişey bu yaa. sen kendine inanmazsan kim inanır ki sana? kendim hakkında şu kesin şöyledir, bundan sonra ölene kadar değişmeyecek dediğim birtek şey olsa var ya, dünya başkanı olurum. daha öncemlisi çok mutlu olurum.
ben dahil bi çok kişi anlamıyo gibi geliyo söylediklerimi, yapmak istediklerimi. zaten yapacaam da yok ya işte, laf.
ya demin bi sürü şey vardı kafamdan geçen uçtu gitti yine. zaten hoca demişti "düşünce bir avuç dumandır, yazmak onu hapsetmektir." diye.
neyse yeter. hadi sağlıcakla kalın.
hah bi de şey diyecektim: hani yazmışım ya bloga ilkburaya mutlu şeyler yazayım diye. olmaz ki. beni mutlu eden bişey varsa niye oturup yazayım ki? gider beni mutlu eden şeyi yaparım. budur yani hayat felsefem. şimdi yazı yazmak bana iyi hissettiriyo o yüzden yazıyorum.
hadi bakalım....

Pazartesi, Mayıs 23, 2005

sıkıntı

çok canım sıkılıyo yaa... yani canımı sıkan bişeyler var. kaçıp gitmek istiyorum ama kaçamam ki. tüh naapsam ki acaba? offf bilemedim.
nişeyler yapmam lazım ama. din bulayım ben en iyisi kendime. evet evet. bulayım bi tane ve diğer herşeyden soyutlayayım kendimi. en iyisi bu sanırım.

Salı, Mayıs 17, 2005

işgzrlk

yarın sınav var. sabah 10'da. bense buraladayım yine. direniyorum yatmamaya, uyumamaya.
bu sabah uyanmaya çalışırken neyi farkettim. bir çok şeyi değiştirme gücü kalmamış bende. çıkmıyo yani bedenden o enerji. en basitinden uyumak uyanmak. önce uyumamaya direniyorum, yatma vakti geldiğinde. sonra uyanmamaya direniyorum uyanmak zamanı geldiğinde. garip geldi sabah sabah.
değişimlere süper ayak uydururum ama. biri bişeyi değiştirsin hemen uyarım ona. yaşama kaldığım yerden devam ediyorum. o yüzden korkutmuyo artık beni değişimler.
çevremdeki herkes bi şeylerin bitmesinden bunalmış. aslında her an bir an bitiyo. bi daha yaşayamıycaz hiç bir anı. her ana üzülürsek ne hale geliriz? tabii bu kadar küçümsememek lazım olanları. yıllarca yurtta kalmanın yarattığı bi duygu bu sanırım. her sene bütün eşyalarını, seni tanımlayan, seninle olan eşyalarını toplarsın. arkadaşların teker teker gider evlerine. her şey biter yavaş yavaş. çok kötü olurdum her bitişte. bi de eşyalarını toplamanın, paketlemenin, taşımanın sıkntısı falan. offf....
çinliler galiba uykuyu küçük ölüm olarak tanımlıyorlar. bööle baktığım zaman hayattaki bir çok şey bambaşka anlamlar kazanıyor. belki bu yüzden uyumak istemiyorum. bitiyor çünkü gün. uyuduğum anda artık bu günde değilim. bu gün öldü. ya da ben öldüm. yarın yeniden doğucam yeni bir güne. ama adı üstünde yeni bir gün. ya da uyurken yanımda olsun isterim sevdiğimin. daha önemlisi uyandığımda yanımda olsun. işte o an altüst ediyorum kafamdaki evren yasalarını. ölürken yanımda olan yeniden doğduğumda da yanımda. var mı ötesi? o günden bişeylerle yeniden başlıyorum işte. insanoğlunun en büyük dileği yerine geliyo: ben öldüğümde her şey bitmesin.
adamın biri diyor ki (eric hoffer) insan başına gelen olumsuzlukları hep dış dünyaya bağlamak ister. bense tam tersine başıma gelen her kötü şeyi kendime baplıyorum. sanki her şeyi düzeltebilecek gücüm var gibi hissediyorum. megalomanya işte. ama ne enerjim yetiyo hepsine ne de.... (bilemedim.) sanırım insanlar o kadar da güçlü olamadıklarının farkındalar. kendimi keşfetmem gerekiyor benim de. gerçi keşfettiğimi sanıyorum ama... off çok zor oldu bu paragraf.
yazdıklarımı okuyanlar varmış. umarım okutabiliyorumdur kendimi. cemal süreyya çevirisinden marqueis de sade okuyorum. aman tanrım ne kadar güzel. su gibi. şırıl şırıl akıyor. ne yazdığı hiç önemli değil ki. okuyosun gidiyor işte. keşke öyle yazabilsem.
birisi bi yorum yazmış en alttaki yazıya. yeni gördüm. kim bilir ne zaman yazmış. bulamadım tarihini. keşke ulaşabilseydim. ne güzel yeni insanlar tanımak.
şimdi, bazı insanlar vardır. her şeyleriyle öyle itici gelir ki başka bazı insanlara kaçarlar yanlarından. ya da bi ton eleştiri onlar hakkında. halbuki bana tam zıt olan insanlarla tanışmak ööle zevkli ki bana göre. onları anlamaya çalışmak, onlar gibi düşünebilmek, dillerini çözebilmek.
çok önce bi zaman kendinden vazgeçmenin ne demek olduğunu anladığımı sanmıştım. hala da öyle sanıyorum gerçi. mümkün değil tabii ama başkalarını anlamayı onlar gibi düşünmeyi becerebiliyorum bazen. ama arada ben eriyorum sanki. biraz doğu felsefesi bildiğim kadarıyla. kimi insanlar da tanıyorum ki kendilerinden vazgeçmeden başkalarıyla çok daha sağlıklı arayüzler oluşturabiliyorlar. daha mı iyi? bazen.
geçen görkem odama girdiğinde aa memin kokuyo burası dedi. pliftanak diye bi şimşek çaktı beynimde. aha dedim benim kokum. başka insanların kokularını alırım, bazen takılırım hatta kokularına insanların ama benim kokum. hiç düşünmemiştim daha önce benim de bi kokumun olabileceğini. bazen ter kokumu alıyorum ama o ayrı tabii. kim bilir daha neler var bana özel olan ve benim asla algılayamayacağım. çok garip. çok güzel.
insanlar beni nasıl görüyolar acaba? kafalarındaki ben nasılım? bazen hissediyorum aslında. hatta eskiden oyunlar oynardım bazılarına beni farklı görsünler diye. çok eğlenceli oluyodu. şimdiler ise kim uğraşçak diyorum. büyüyoruz tabii ne yazık ki. başka oyuncaklar buluyoruz kendimize.
andy kaufman da ne saygı duyulacak adam haa. çok severim kendisini. saygı da duyuyorum. adam nasıl bir oyunbazsa öldüğüne bile bir sürü insan inanmadı. ne güzel!
bir konu daha geçiyordu içimden tam değinmelik.. umm neydi ki acaba? şöyle bir konuya değinebilirim arada. nereye ne yazsam hep kendimi anlatıyorum. çünkü en çok kendim hakkında düşünüyorum sanırım. sürekli analiz etmeye çalışıyorum kendimi. e peki bunun insanlara faydası ne? bilmiyorum. onu bunları okuyanlara sormak lazım. kimbilir belki eğlenceli yazıyorumdur, ya da insanlar kendilerine dair bişeyler buluyolardır buralarda. sonuçta insan kendinden bişeyler görmekten haz alıyor. en azından ben öyleyim. bi de düşündüğümüz zaman zaten bütün edebi eserler yazarın kendinden parçalar. hoşumuza gidiyor adamın anlattıkları, yazdıkları okuyoruz. boş vakitleri değerlendiriyoruz işte hep bi şekilde.
ahanda ezan okunmaya başladı. çok geriliyorum bu seslerle. bi de ekşi sözlüğün bakım yazısı. ikisi de aynı etkiyi yaratıyor. onlar da bir günün bitiminin habercisi. benim onları duyuyor olmam da haytalığımın.
yazmak ne güzel. ne kadar rahatlatıcı. herkes yazsın, kendini anlatsın. daha çok tanısın kendini. ben okuyum onları daha çok tanıyım. bir nevi teşhircilik ve röntgencilik aslında salık verdiğim ve yaptığım. olsun. sanat da bööle bişe.
bi de çok büyük umutlarla yapıtğım ek$iTilki pek rağbet görmedi. hayalkırıklığına uğradım biraz. neyse kendim için üretmiştim ben onu en çok. bi şeyler üretebildiğimi hala kendime göstermek için.
yatayım artık. yarın sınav var. ertesi gün de sınav var. bahsetmek istediğim konu aklıma gelmedi. belki bahsetmişimdir unutmuşumdur sonra. iyi uykular bana...

Salı, Mayıs 10, 2005

ehehe

o diil de ben şimdi intihar etsem görkem çok fena olur haa. hayatı kararır, bi daa da kendine gelemez.
heh heh hadi bakalım...

dil dediğimiz ne guzel

evet nasıl hissettiğimi buldum: dizzy! hem de nasıl! dil öğrenmek bu yüzden güzel sanırım. insanın düşünmesini kolaylaştırıyo. çok severim ayrıca bu kelimeyi. bi de bağlantılı olarak sober'ı.
uyuşuklukta son noktadayım. yaşamaya üşeniyorum. var mı ötesi yaa? haa bi de ölmeye. yok kardeşim yok libidanal kuvvetler dibe vurmuş. ne bir yaratıcılık, ne bir şevk. paso oyun oynasam, yatsam. oyun sonrası psikolojiye mi girdim acaba? tiyatro oyunundan bahsediyorum. malum çıktı bitti oyun ve tüm koşturmacası.
ne biliyim yaa. yazmaya bile üşenir oldum işte. sevdiğim beni seven insanlar var çevremde. ne güzel. ama haketmiyorum gibi geliyo sanki onları.
hımm. kendini değersiz görme? yok tam olarak da öyle değil sanki. sonuçta megalomanlığım baki hep. daha iyi olamadığım için mi küçümsüyorum kendimi? bak bu olabilir işte.
her şey değişiyo. korkutmuyo ama artık beni. sonuçta şimdiye kadar değişen her şey daha iyiye gitti. daha mutlu oldum mu? bilmiyorum. sanmıyorum. olmam gerekiyo ama. şimdiden bakınca herşeyin şimdiki gibi olması gerekiyomuş gibi geliyo. bakış açısı durumu işte.
insanın kendini çözmesi ne kadar önemli. ama olmaması gerekiyo bence. şu hareketi yapmamın sebebi şu, bununki bu. şimdi şuna karşı şöyle hissediyorum çünkü böyle böyle olaylar geçmişti başımdan. böyle düşünmemem lazım çünkü böyle olduğunda şöyle olmuştu. yeter yaaa!! yaşamak istiyorum kardeşim ben de. ya bi duygum da düşüncelerden bağımsız olsun ya... gerçi var öyle bi duygu. yatma duygusu. hiç bi şekilde önleyemiyorum onu.
hımm. sürekli kafamın içinde binlerce düşünce. beyin sürekli çalışıyor. kaotik, döngüsel, paradoksal, sonuçsuz, boş... ama çalışıyo işte. yoruyo bu beni. bazen kapatabilmek istiyorum beynimi. gürül gürül akan şelaleri de kapatabilmek istiyorum bazen bi kaç saniyliğine de olsa. zor ama.
insani kötülüklerden arınmak iyi diyor bazı felsefeler. mümkün diil ki iyi olsun. kıskançsa bi insan nasıl yok edebilirsin ki onu? hırsı? zarar vermeyi? ancak yönlendirilebilir belki. hırs yapmıycam diye hırs yaparsın. en azından başka şeylere hırs yapmazsın. kıskanç olursan zararlı değil daha iyisi olmak, daha iyisini yapmak için kıskanırsın. ama yok etmek? o olmaz işte. bence.
neresindeyim yaa hayatın? nietchze diyodu ki biz gelip geçiciyiz. üst-insan geliyo. süper insan. kolay kolay gelemez heralde. ya da gelmiştir belki. bizden sonraki nesil süper. düşünmüyor. yani düşünüyolar ama bizim gibi değil. bunalımları bizden farklı, hayata bakış açıları farklı. daha mutlu görünüyolar. umarım göründükleri gibidirler.
eskiden çok hırslıydım. düşünmezdim ama hırs nedir, iyi midir kötü müdür diye. eskiden çok kıskançtım. düşünürdüm biraz üstüne acaba neden böyleyim diye. eskiden daha çok zarar vermek isterdim insanlara. şimdi de zarar veriyorum. ama iyi kamufle ediyorum. kimse anlamıyo. belki onlar anlamadığı için zarar vermiyorum sayılıyodur. sonuçta düşünüyoruz öyleyse varız. bilmediğimiz düşünmediğimiz bişey yoktur bizim için. ya da belki insanlar anlıyolar ama çok normal bööle şeyler. herkes yapıyor yani. ben kendimi fazla abartıyorum. sanmıyorum ama. acımasızım ben kendime.
insan ilişkileri ne garip. ben ne garibim. bazı şeyleri yaftalıyorum kötü diye ve yapmamaya çalışıyorum. ama onların yapılması gerek. onlar insani özellikler. evrimsel süreçte onlarla buralara gelebildik. erdemli olabilmek uğruna vazgeçersen onlardan kendini inkar etmiş olursun. bendin yıkılır, benliğin dağılır. keşiş rahip, mesnevi değilsin ki sen.
insan olduğumu hatırlamam gerekiyor sanırım sürekli. kötü de görsem bazı özellikler vazgeçilmez, karşı konulamaz. nooluyo sonra? engelleyemiyosun sonra kendinden tiksiniyosun. gerçi ne yapmak istiyosun ki şu ara hımm? nedir bunca çile?
bunalımda mıyım? bilmiyorum. sanırım değilim. bu bunalımın ötesinde bişey. doktora gitsem kesin bunalımdasın der. zaten modern psikoloji böyle bişey. herkes hasta. herkes de bunun farkında. ben anormalim, ben çılgınım, ben sapığım diye dolaşıyo ortada. hayır canım hiç biri değilsiniz. insansınız siz. bu bi oyun. bilim denilen bi çocuk oyunu. hayır büyük oyunu. daha kötü.
avukatlık neden en önemli meslek? çünkü hayat ööle artık. kim kimi ikna ederse. belli kurallar var ki aslında çok da belli değil bunlar. çok insancıl, çok öznel ve çok toplumsal. o anki ruh haline göre değişen kurallar. bunları bilebilmek için hissiyatın gelişmiş olması gerekiyo. sanat gibi.
çık tık, çık tık, çık tık... oyun başlama sesi. ne güzel oyun oynamak rahatlatıyo insanı. oyunlar da, şimdiye kadar yaptığım sporlar dahil, hiç hırs yapamadım. çünkü beceremeyeceğimi biliyodum. yenmek istersem yenilmeye dayanamıyorum, yenilmeyi göze alırsam yenemiyorum. bu da benim çelişkim işte hayata dair. çözümü var mı? var da uygulayamıyorum işte.
bi sürü işim var ve hiç birini yapmıyorum. neden? bilmiyorum. üşeniyorum. bana güvenen insanlar var. benden bişeyler bekleyen insanlar var. en azından onlara saygı duyup bişeyler yapmam gerekiyo.
ben yokum ki. evet evet olay burda sanırım. bi ben yok. birden fazla parçalanmış benler var. hepsi çevremdeki farklı insanların istediklerini yapmaya çalışıyo. benim isteklerim ve dileklerim yok bi süredir. işte bukelamun hayat. farklı insanların bildiği farklı benlerden bahsetmiyorum. biriyle tanşınca hep diğer arkadaşlarımdan bahsettiğimi farkettim. hiç hoş olmuyo bu durum. ya da biriyle yalnız kalmaktan korkuyorum. boğuluyorum.
evet evet. boğulmak. çok önemli bi kavram benim için. sürekli değişiklik çok önemli. en kötüsü bişeylerin değiştiğini sanarken hiç bişeyin değişmemesi. off buraya kadar yazdıklarım arasında en ifade edemeyeceğim yere geldim sanırım. zaten hepsi deli saçması, senegal yazması.
boşaldın mı canım? hayır. hımm ben boşaldım ama. zevk almadım gerçi. sigara yak geçer. geçmez ki. yakma o zaman. yakmazsam naapıcam ki?
herşey aynı işte. her durum. isteksizlik bööle bişe işte. şunu yaparsam mutlu olurum diyemiyorum ki. her durumda mutluyum ya da her durumda mutsuz. ot oldum sanırım. insanın istekleri hayalleri olmalı. üşeniyorum ben kardeşim. herkesten ve herşeyden fazla üşeniyorum.
vadem yetti benim. başkaları için yaşıyorum. ya da kendim için bilmiyorum. gerişi dönüşü olmayan yollar korkutur hep. geçene kadar tabii. geçtikten sonra geri dönüş olmadığı için ileriye bakmak gerekiyo. yine çeşitli yollar geliyo insanın karşısına.
yeter....