Çarşamba, Eylül 14, 2005

kumarbaz

son zamanlarda otoriteler de dahil olmak üzere insanların klasik addeddiği sanat eserlerini izliyorum, okuyorum ve hayranlık içinde kalıyorum. bi kaç ay önce baba (godfather) üçlemesinin ilk ikisini izlemiştim ve çok beğenip herkese anlatmıştım. şimdiler de ise beni kaderimin karşılaştırdığı dostoyevski'ye başladım.


uzun kaçışlardan sonra artık vaktimin geldiğini düşünüyordum doostoyevski'nin kitaplarını okumak için. olgunluk ve odunluk açısından iyi bir sınav olacaktı benim için. fakat yine de ısrarla kaçışımı sürdürüyordum. geçenlerde tatil yerlerinden birindeki oldukça büyük bir marketi gezerken tanesi 4 ytlye satılan dünya klasikleri kitaplarını gördüm. hemen atladım kendime bi seri dizdim. ne de olsa alınacaklarını ve okunacaklarını biliyordum. artık kaderime karşı çıkmanın da anlamı kalmamıştı. böylece bi çoğu dostoyevski'den olmak üzere her biri gerçekten birer klasik olan birkaç kitap aldım. mutluluk içinde kaldığımız yere doğru koyulduk.


varır varmaz puşkin'in 'yüzbaşının kızı' adlı romanını okumak üzere denize nazır plastik sandalyeye kuruldum. kapaktaki resmin kime ait olduğuna baktım yazmamışlardı. yaklaşık 7 kişilik bir ekip olmak üzere çevireni düzenleyeni yazmışlardı da kapaktaki yağlı boya tablonun kime ait olduğunu yazmamışlardı. kitap ilk falsosunu aldı. neyse her yayınevinden bu kadar özen beklemek bazen beklentileri karşılıksız bırakabiliyor. sonra efendim çevrildiği kaynağı görmek istedim, kendi koydukları resmin adını yazmayan insanlar kim bilir kaç yıl önce yapılmış çevirinin hangi kaynaktan yapıldığını da tabii ki yazmayacaklardı. bundan sonra bu tür ayrıntılara ya kitabı alırken bakıcam ya da kitabı okuyup bitirene kadar bakmıycam. insanın morali bozuluyo.


kitabın yayınevinden hoşnut kalmayarak kitaba başladım. ha başlamadan önce bilmeyenler için kitap ve yazar hakkında bildiklerimi buraya aktarayım: puşkin rus romancılığının başlangıcı sayılan bir insan. birçok rus roman yazarı üzerinde doğal olarak çok büyük etkileri olmuş ve diğer rus roman yazarları hakkında söyledikleri o insanlar için referans kabul ediliyor hala. ayrıca zamanında oynadığımız gogol'ün müfettiş adlı oyununda da adı geçen bir zat.


puşkin'in kitaplarını say deseler, sayabileceğim tek kitap olan 'yüzbaşının kızı'na başladım. başladım ama kitabın 5. satırında 'dahi', 'bile' anlamına gelen bir '-de', '-da' ekinin ayrı değil birleşik yazılmış olduğunu gördüm. görmemezlikten gelerek devam etmeye çalıştım. ve fakat 5 sayfada 6 tane hata bulunca kitabı okumayı bıraktım. daha fazlasını sinirlerim kaldırmayacaktı çünkü. efendim ben ki baba filminde gayet güzel çevrilmesine karşın '-de', '-da' eklerinin birleşik olmaması gerekenlerinin birleşik yazıldığı alt yazıyı filmi izledikten hemen sonra düzeltmiş bir insanım. hayır bunda da fırsatım olsa yine düzeltmeye çalışıcam. yalnız hatalar yalnızca de, da olsa bi şekilde okunabilir. yanlış yazılan kelimeler mi ararsınız, cümlelerde eksik olan birkaç kelimemi ararsınız… ha tamam bütün dizgi hatalarını geçtim, çevirinin yavanlığını da bir kenara bıraktım, çevirinin doğru olduğu ne malum? kesin yanlışlarla doludur.


velhasıl böylesine bir klasiği kafamda onlarca soru işareti ile, içime sinmeyerek tabir-i caizse 'piç' ederek okumaktansa okumamaya karar verdim. yalnız şöyle bir sorun vardı aldığım bütün kitaplar aynı yayınevine aitti. "beyaz balina" ve "kum saati" yayınevleri ortaklaşa çalışmışlar, adlarını yazdıkları 7 kişilik bir ekip kurmuşlar. birinin değil bütün klasiklerin içlerine etmeleri işten bile değildi. okuyanları burdan uyarıyorum bu iki yayınevinden her hangi birinin kitabını almayın sakın. görürseniz kitapçıda falan kitapçıyı uyarın. alan da yanmasın. zaten mail falan atıcam mutlaka.


ilk kitaptaki hezeyandan sonra aynı çevirmen olamaz ya diyerek jack london - martin eden kitabını aldım. sonuçta biri rusça diğeri ingilizce olan kitaplardı. çevirmenin aynı olduğunu görünce ikinci bir hezeyan yaşayacaksam kendimi garantiye alayım, büyük oynayayım dedim. dostoyeski - kumarbaz'ı aldım elime. eğer bu da okunmayacak durumda ise bütün kitapları atacaktım. bi sürü para verdim tamam ama vatana millete zarar valla bunları ortada bulundurmak. bu kitabın çevirmeninin farklı olduğunu görünce küçük bir umutla başladım okumaya.


efendim aynı özensizlik kitabın her satırında sürmesine rağmen, kitap beni 5. sayfadan itibaren öyle bi sardı ki, bi bakmışım küfür etmeye fırsat bulamadan çeyreğine gelmişim kitabın. tabii çeviri de daha az yavandı, onu da hesaba katmak lazım.


dostoyevski amca çok güzel yazmış kitabı. yine bir "bir sanat eseri bin teorik tartışmaya bedeldir" sözünün ispatı ile karşı karşıya kaldım. tabii o sanat eserini anlamak için o teorik tartışmaları içeride ya da dışarıda yapmak gerekiyor ama olsun yine de bedel işte.


kitaptaki ana kahramanımız bir öğretmen aynı zamanda bir kumarbaz. yaa böyle beylik laflar etmeyeyim, kendime yabancılaşmayayım.


bi yerde bi sahne geçiyodu, aman tanrım o kıskanma hissi öyle mi verilir. başka bi sahnede kararsız aşkı anlatıyor. bunlardan başka "hayatta amacım yok" diyenlerin hepsinin bu adama göre çok daha amaçlı bir ray üzerinde ilerlediklerini fark ettim bi yandan da. ben de dahilim bu gruba. allah düşürmesin yani adamın durumuna. bi yandan kendisi memnun. kazanmak kaybetmek nedir ki? yaşam nedir ki? yaşamın neresinde durduğumuzun ne önemi var ki?


buda bööle bi sürü sahneyi anlatmak istiyorum ama spoiler vermek de istemiyorum ki. tüh. ben anlatayım spoiler içerebilir diye de not düşelim buraya şimdi.


adamın aşık olduğu kadına "senin için uçurumdan atlarım" dedikten sonra kadının adamdan bi baron'un karısına saygısızlık etmesini istemesi ve adamın "yaa keşke atla deseydi, bunu nasıl yapıcam şimdi?" diye içinden geçirmesi süperdi mesela. ehehe. ben memnuniyet sarhoşluğu içerisindeyim, ne dediğimi bilmiyorum açıkçası.


biraz daha felsefe yapayım. kumarbaz amca gayet zeki, akıllı bi amcamız. ama en büyük hatası kafasında hesapladıklarına fazla güvenmesi. aslında bu, olayları kafasında kuran insanların en büyük handikabıdır. tamam kafada kurmak insanı bi yerlere götürebilir çoğu zaman ama, insan beyni henüz mentatlaşmadığı içindur ki mutlaka çok önemli parametrelerden bazılarını hesaba katmayı unutur. ve ne yazık ki hep başkalarına ya da kendine zararla sonuçlanır kafada kurulanlara bu kadar güvenmek. bi süredir bunu hergün yaşıyorum kendi çevremde de ordan biliyorum.


oldukça güzel bir kitap. okuyun pişman olmazsınız...

Pazartesi, Eylül 05, 2005

uyumak ne zor

bir haftayı aşkın dinginsiz bir yorgunluktan, bi kaç günlük uykusuzluktan sonra, gözlerim artık isyan bayrağını açacakken ve bunca halsizliğime rağmen hala yatağa yatınca uyuyamıyorum. "yatağa yatınca uyuyamıyorum" oldukça görece olduğu için biraz daha açma gereği duyuyorum. bakıyoruz saate, evet, an itibariyle yatakta 1 buçuk saat debelenmişim efendim. sonra bari kalkayım da yazayım, belki sonra uyuyabilirim dedim.

neden uyuyamıyorum? bugün gündüz bunu düşündüm; "neden az uyumaya çalışıyorum, az uyumak istiyorum ben?" dedim kendi kendime. sorunun cevabını "yaşamda daha az şey kaçırayım diye" şeklinde verdim. uyku ciddi bi vakit kaybı gibi geldi sabah sabah. bi yandan da sınırlı süre içerisinde yapmak istediğim işlerin ancak onda birini yapabildiğimi fark etmemin de bu düşünce üzerinde büyük bir payı olduğunu yadsımamak gerekir sanıyorum. ama birileri uyanıkken uyumak hep zor gelirdi. hele de yanlarında pek de fena hissetmediğim insanlarsa bunlar. ben uyuduktan sonra olacaklar hep merak uyandırmıştır içimde. ha sabah uyanırken zaten başlamış olan uykunun tatlılığı bastırabiliyor bu merakı, o ayrı. küçükken de geç yatardım hep.

bi yandan da geceler hep benim olmuştur. herkes yattıktan sonra, yaptıklarıma pek bi insanın karışamayacağı, kimseyi takmadan davranabileceğim zamanlardır geceleri. çok önemli, çok gizli şeyler mi yapıyorum? hayır tabii ki. yalnızca gündüzleri dağıttığım benliğimi geceleri toplayabiliyorum. yanımda biri varken yaptığım her şeyi aslında iki katı yapıyorum: biri benim gözümden benim tarafımdan, diğeri yanımdaki kişinin gözünden benim tarafımdan. 3. bi kişi varsa işler 3 katına çıkıyor. çevremdeki insanların sayısı bir noktanın üstüne çıktığında ise başkaları ve ben oluyorum. gece ise rahat, başkalarının tek bakış açısı ses yüksekliğinin seviyelerine indirgenmiş oluyor ki, bunu da refleks olarak hesaplayabiliyorum. geceleri daha rahatım yani.

uyumaya niyet etmenin zorluğundan başka bir de uyumaya niyet ettikten sonra karşılaşılan zorluklar var. bütün günün muhasebesi yapılacak; gün boyunca kaçırdığımız fırsatlar değerlendirilecek belli bir noktaya kadar "kaçırmasaydım neler olurdu" ön görüleri yapılacak; tartışılmadan geçilmiş insanlarla tartışılmadan geçilmiş konular tartışılacak, bi dahaki benzer içerikli tartışmalar için argümanlar toparlanacak; gündüz akla gelen ve çözülemeyen sorunlar çözülmeye çalışılacak, yeni bakış açıları geliştirilmeye çalışılacak; ertesi gün çözülmesi gereken sorunlar varsa, ki yapılması gereken her iş de bir sorun olduğu için bu kategoriye girer, bunların koşulları değerlendirilecek farklı noktalardaki farklılaşmalar için farklı çözüm yolları geliştirilecek; ertesi gün ya da birkaç gün içinde gerçekleştirilmesi gereken diyaloglar kafada bir kez daha tekrar edilecek, karşıdaki insanın simülasyonu bir kez daha yapılacak, daha sağlıklı öngörüler yapılmaya çalışılacak; bütün bu işler bu sırayla yapılırken çok nadiren düzgün çalışan, "yeter uyu artık" mekanizması sınır kontrolleri yapacak.

anaa amma şey yapıyomuşum ben be uyumadan önce. ilk defa yazdım da bunları neler neler çıktı şuna bak. en iyisi yeterince direnip, bayılarak uyumak...