Pazartesi, Mayıs 21, 2007

doymayan anorgul

yıllar önce milliyet gazetesi bir çizgi roman eki vermişti. daha doğrusu bir çizgi hikayeyi 4 bölüm halinde vermişti. o yıllarda ben bilmezdim fantazi edebiyatı nedir. yüzüklerin efendisinin henüz türkçe'ye çevrilmediği yıllardı. ama bu çizgi öykümüz bir fantazi hikayesiymiş. konusu kısaca şöyleydi:

köylerde ilüzyon numaraları ile para kazanmaya çalışan bir sihirbaz vardı. böyle kaybetme numarası falan yaparak tavuk alıyodu insanlardan. sonra bi de küçük bi adam vardı. 20 küsürlerinde olduğunu söylemesine rağmen 7 yaşında falan gösteriyodu. bunlar bi şekilde tanışıp büyücünün dağ başındaki evine gidiyorlardı. bu küçük adamın aslında bir "orman cini" olduğunu ve çok uzun yaşadıkları için böyle küçük gösterdiğini söylüyodu büyücü. "orman cini"nin elf'in türkçesi olduğunu bilmiyoduk tabii o zamanlar. sonradan bir de kaslı bir savaşçı katılıyordu bunlara bir şekilde. bunlar bir "party" oluyorlardı ve birazdan bahsedeceğim bir maceraya atılıyorlardı beraberce.

party'miz toplanırken başka bir yerlerde iki tane garip adam taşlaşmış bir ordunun yanından falan geçip bir binaya giriyorlardı. herkesin ve herşeyin taşlaşmış olduğu bu binada "doymayan anorgul" dedikleri bi şeyi uyandırmaya çalışıyolardı. bu anorgul da böyle kocaman, iki katlı bina gibi bişeydi. tahtında oturuyordu. güya bunlar (ki ikisi ikiz kardeşmiş) anorgul'u uyandırınca ona ve ordularına hükmedebileceklermiş. bi de bu ikisinin arasındaki konuşmalar hep düşünce balonu şeklindeydi. meğer ikisi aralarında telepati kurabiliyorlarmış. ortamı düşünsenize, taşlaşmış uşakların, askerlerin, atların arasında hiç konuşmadan bişeyler yapmaya çalışan iki tip.

efendim bunlar anorgul'un yanında bişeyler okuyup falan uyandırıyorlardı elemanı. eleman da uyandığı gibi iki eliyle adamları çat diye yakalıyodu. bunlar "itaat et bize" falan derken bir anda durumu kavrayıp, "noolur yemeyin bizi yüce anorgul" diye yalvarmaya başlıyorlardı. anorgul da bi kahkaha atıp, "ne yiycem lan sizi" diyodu. adı "doymayan anorgul" ya ondan bunlar da herşeyi yediğini sanmışlar. böyle böyle diye anlatınca, anorgul da "len ibişler," diyodu, "ben çok yediğimden değil, bilgiye doymadığımdan bana bu ismi verdiler, şimdi yeniden uyandığıma göre, bilgiye devam." sonra efendim bu telekipatiklerden birini yanında tutup, diğerini de ordusunun yanına verip, ordusunu yeni seferlere yolluyordu. böylece ordusu ile kendisi arasında özel hat çektirmiş gibi oluyodu. istediği zaman bedavaya konuşabiliyodu.

anorgul'un ordusu gidip kütüphaneleri falan yağmalıyodu. kütüphanedeki kitapları da anorgul'a götürüyodu. anorgul da kitapları hazmederek yeni bilgiler ediniyordu. bu işi kitapları okuyarak mı yapıyordu, yiyerek miydi hatırlamıyorum. bu arada kütüphanedekiler de halk falan değildi. sakallı sakallı felsefeci tiplerdi.

sonra da işte başta toparlanan "party"miz, anorgul'u öldürerek bu "zorbalık"larına son veriyordu.

şimdi düşündüm de yeniden, genel olarak fena da değilmiş hani konusu. ama bu öyküde beni en çok etkileyen ve yıllardan aklımdan çıkmayan şey anorgul'un doymama durumuydu. bilgiye açlık.

geçenlerde bi arkadaşla yazışırken, ona hayatımı oluşturan şeylerin ne kadar da değersiz olduğundan bahsettim. tabii bunu anlamasını beklemiyordum. sonra düşündüm. beni çok uzun süredir tanıyan bu insana desem ki: sence benim için en değerli olan şey nedir? kesinlikle beklemediğim ve beni hiç tatmin etmeyecek bir cevap verecekti, hala da verebilir. sırf bozulmamak için sormuyorum soruyu. ama sorabilirim de bir gün. -- bu noktada bir durun. kendiniz için en önemli olan şeyi düşünün, ya da tanıdığınızı sandığınız insanlar için en önemli olan şeyi. bakın bakalım kimi ne kadar tanıyosunuz. -- neyse. olay şu ki; bu sorunun cevabını benim de bilmediğimi farkettim. işin garip yanı, benim için de cevaplaması kolay olmayan bir soruydu. bu yüzden öncelikle tanıdığımı düşündüğüm insanlar için cevap vermeye başladım. az çok cevaplar verebildikten sonra, şişenin ucu yine bana geldi.

şu hayatta benim için önemli olan şey neydi? inan ki hala emin değilim. çünkü ben yıllardır maksimum mobilize bir hayat sürebilmek için çevremde bulunan herşeyin değerini indirgedim. kendi istek ve arzularım da dahil bu duruma. yani şu anda deli gibi kullandığım bi şeyi, çok görüştüğüm bir arkadaşımı, vazgeçilmez duran bir konumu hayatımdan çıkarırsanız çok bişey olmaz bana. aynı şekilde çok istediğim bir şeyi, uzun zamandır planladığım ya da uğruna bişeyler feda etmekten kaçınmadığım bir eylemi yapmaktan da son anda vazgeçebilirim. hal böyle olunca da benim için değerli olan bir şeyi bulmak da benim için kolay değil. ama belki dışardan olaylar farklı görünüyordur, farklı görünüyorumdur.

böyle hayat önemsiz, değersiz falan diyince punk bir insan olduğumu da düşünmeyin sakın. bu kadar değersizlik içinde hala çalışmayı, sabretmeyi, kendini feda etmeyi bir çeşit ibadet olarak görürüm. bu yüzden öyle ilk bakışta anlaşılmaz ne menem bişey olduğum. hmm, ya da belki herşey belli oluyodur da, ben kendimi böyle süper farklı bi insan falan sanıyorumdur. bu da mümkün tabii.

şimdi gelelim çizgi öyküye. benim için önemli olan şeylerden birinin bilgi olduğunu farkettim. daha fazla şey öğrenebilmek için yapmayacağım çok az şey olduğu biliyordum ve hala da bunun farkındayım. bilgi edinmeyi seviyorum. hayatımın en önemli şeyi mi? buna evet diyemem. ama hala önem ve değer verdiğim şeylerden biri olduğu kesin. hatta şimdi düşünüyorum da, bana bişeyler katmayacak biri ile görüşmeyi sevmiyorum, bana yeni bilgiler vermeyecek bir kitabı okumaya değer bulmuyorum, kafamı karıştırmayacak filmleri izlemek istemiyorum. bilgi birikimime bişeyler katmadan, yalnızca olanı kullanarak yapılması gereken işleri de sevmiyorum. bilgi beni özgürleştiriyor. bilmediğim bir durum varsa kendimi kapana kısılmış hissediyorum. yani doymayan anorgul'du o çizgi öyküde özdeşleştiğim kahraman, anti-kahraman. öldürdüler onu da, pisler. gerçi tabii ordu toplamış falan, abartmış o da.

velhasılı efendim bilmek iyidir. severim.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

bilgiye açlık diyince aklıma gelen:
bundan önceleri google yoktu, bilgi değerliydi, ha deyince ulaşamıyodun bilgiye, illa ki bir kütüphaneye gidip kitaplara bakman lazımdı, hatta tek bir kütüphaneye bile bakmak yetmez, orayla sınırlı kalırsın. şimdi google kütüphaneleri bile aramamızı sağlıyor, her türlü bilgiye erişebiliyoruz. e arz talep meselesi, bilgi değersizleşiyor, bilgiye ulaşmayı bilmek daha önemli oluyor. ben de bilmeyi seven bi insanım, bilmenin kıymetsizleşmesi gücüme gidiyor benim de. ne olacak sonumuz merak ediyorum.
- barış (blogger şifremi bulamıyom)

Adsız dedi ki...

Ben de tam tersine su anda bilginin (ya da bilmenin) hicbir zaman olmadigi kadar kiymetli oldugunu dusunuyorum. Verdiginiz ornegin (google'in) neden dunyanin en buyuk sirketlerinden biri oldugunu tekrar dusunmek lazim. Modern dunyanin olusmasindan once bilginin bu kadar genis bir kitleden talep gormesi mumkun muydu sizce? Biraz fazlaca basite indirgeyerek de olsa, Ronesans oncesi topragin, sonrasinda sanatin, gunumuzde ise bilginin paranin satin alabildigi en degerli sey oldugunu, hatta gucun sembolu haline geldigini soylemek de yanlis olmaz. Eger degerden kastiniz mecazi ise, yani alinan haz acisindan ise yine ayni durumun gecerli oldugunu dusunuyorum. Cok basit bir ornekle wikipedi'nin popularitesi (ki popularite nitelikten ziyade hazzin gostergesidir) bunun basit bir izahidir. Yani ozetle kisisel fikrimce 'bilmeyi seviyor olmak' sasilacak bir durum degildir. Aksine bugunun insaninin genetik ozelligidir. Kisiler arasinda degisen sey, kisinin bilmeyi sevip sevmedigi degil, neyi bilmeyi sevdigidir, yani bilginin niteligidir.

Sonuc olarak ise sonumuzun kotu olacagini sanmiyorum, hatta sona hic yakin bile olmadigimizi, endise etmeye gerek olmadigini dusunuyorum, saygilar.