Perşembe, Mayıs 26, 2005

disposed teen

kendimi kullanılmış, yıpranmış, tükenmiş ve hatta atılmış hissediyorum. hep ben yaptım ama bunları kendime. insanın benim kadar büyük bi düşmanı varken başka düşmana gerek kalmıyo tabii.
şimdi başlayayım içimi dökmeye. bilenler bilir freud derki üç farklı olay var (ehehe bulamadım kelimeleri): bir id. bu hayvansal dürtüler ve içgüdüler anlamına geliyo. ve bunların ortaya çıkardığı eylemler. iki süperego: bu da toplumdan gelen ya da insanın kendisinin oluşturduğu kurallar silsilesi. bu böyle olmalıdır şu da şöyle gibi. üçüncü olarak da egomuz var. şimdi ego sanırım latince ben demek. bu ego dediği şey freud amcanın süperego ve id arasında sıkışmış bizi oluşturuyo.
id ve süperego mutlak şeylerdir. lafın gelişi tabii. yani bi insan acıkınca yemek ister, sevmek ister, tembellik ister. ama yemek yemek için çalışmak gerekir. sevgini ööle her şekilde ifade edemezsin maskelemen gerekir falan filan. ilki id oluyo ikincisi süperego. pragmatik bi ifade ile bu ikisi arasında yaptığımız tercihler de egoyu oluşturuyo.
buraya kadar herşey iyi güzel. ama bu blogun konusu olarak bana gelelim. ben bu klasmanda nasıl değerlendiriyorum kendimi. başta bahsettiğim kullanıp atılmışlık burda devreye giriyor. yıllardır id'i öyle geri plana attım ki yoruldu bünye. şimdilerde acayip sıkıntı yaratıyo. insan yapmak istediklerini "hmm yanlış yapmamam lazım" diye bu kadar bastırırsa içten içten vuruyo id.
evet kardeşim ben de duygularımca hareket edebilmek istiyorum yaa. walla sıkıldım. ama bu bi hayatta kalma şekli ne yazık ki.
her insan hayatta kalmak üzere çevresiyle çeşitli ilişkiler kuruyo. kimisi hep işlerini başkalarına yaptırıyo, kimisi her sorununu kendisi çözmeye çalışıyo. ben ise tembelliğimi ve kötülüğümü ört bas etmek için "iyi insandır bu zarar gelmez" havası oluşturuyorum. sonra bişey isteyince yapıyo insanlar. ya da bu "hafif delidir ne yapsa yeridir" havası sayesinde dilediğimce takılabiliyorum. ama bu havayı korumak zor gelmeye başladı.
ya aslında sorun kendimle. yani nası desem... bu kadar mantık adamı olmamam lazım. idi biraz dinlemem gerekiyo. bi yandan evet olmak istediğim gibi görünüp, göründüğüm gibi olmaya çalışıyorum. bi yandan da çok zorluyorum kendimi.
insan yaptıklarıyla vardır dersek. ben içimde ne kadar kötü olursam olayım başkaları için iyi şeyler yapıp iyi bi insan olarak görünüyorsam iyi bi insanım demektir. niyetler yerine sonuçlara bakmak gerekiyor bazen.
mesela televizyon izlemek. bi yandan dayanamıyorum mental olarak o alete bakmaya ama körolasıcalar herşeyi yapıyolar ilgi çekmek için. işte onlar idime sesleniyolar ben ise... bilmiyom neremle hareket ettiğimi. ama evimde televizyon yok. ama tv kadar basit diil işte herşey. çekemediğim bişeyi parçalamak istiyorum mesela. ya da bazen insanların yüzüne "bencilsin sen!" diye bağırmak istiyorum ya da "salaksın sen!" "otsun sen!" diye. ama olmuyo işte. "bak arkadaşım bööle bööle" diye anlatmak gerekiyo. genelde daha fazla işe yarıyo tabii ikincisi ama sıkıldım işte.
uzun süredir sıkkınım bu konuda, bi kaç senedir bekliyorum patlıycak diye ama patlamadım henüz kimseye. bakalım noolcak sonu...
bi de bugün bi yerde gördüm de aklıma geldi. bu hayatta kalma ile falan da bağlantılı. bir kaç yıldan beri darwiniyen bir felsefe tutturmuştum kendime. değişime ayak uyduran hayatta kalır kardeşim. bugün farkettim ki öyle kaptırmışım ki kendime buna varolma amacım varolma olmuş. şu dünyada varolmaktan başka bişey yapmaz olmuşum yani. ewet her koşulda varolabilirim ama o yani. o kadar. varolduğum zaman bişey yapsam bari. yok yaptığım bişey de. kendi kendine dönen bi teker gibiyim yani. sonsuza kadar dönecek ama hiç işe yaramayacak. çünkü bi araba tekeri değil, kendinden başka birini biyerden bi yere götürmüş bi teker değil. ööle kendi kendine dönecek naaparsan yap.
ben bişeyler yapmaya çalışıyorum bazen aslında. şöyle dünyaya bi faydam dokunsun istiyorum ama olmuyo galiba pek. zaten çok moral bozucu bişey var. başarı hikayelerini falan okuduğumuz zaman insanların, gördüğümüz şey: azim, inanç, kararlılık ve çok çalışmadır. hadi biraz da şans diyelim. bi de kendime bakıyorum, sonra acı bi gülümseme yayılıyo suratıma. ehehe. azim desen yok, inanç desen çoktan yitirmişim, benden daha kararsız çok az insan tanıyorum (onlar da bazı konularda sadece), ama çok çalışıyorum. pehehe. yalan tabii ki. hiç "çok ööle oturan bi adamdı, çevresindekiler iyi insan derlerdi, tembeldi, başladığı her işi yarım bıraktı, yaptığı en iyi şey kendisini incelemekti onu da tam başaramadı. ama 5 şehre heykeli dikildi adını altın gümüş ve uranyumdan harflerle yazdılar herbir köşeye. sonra uranyum ışıdı insanlar kanser oldu, analar sakat doğurdu ama kimse gocunmadı. haketmişti çünkü o!" diye bi hikayeye rastlamadım.
ya bunların hepsi özel olmak istememden kaynaklanıyo sanırım. gerçi her insan bunu istiyo. bi filmde mi kitapta mı ne geçiyodu: "herkes astronot, roket bilim adamı, pilot olmak ister. köşedeki sigortacı olacağımızı anladığımız an gerçek hayata döndüğümüz andır." yaklaşık böyle bişeydi. sigortacı dediğine göre amerikan asıllı bi söz olsa gerek.
herkes farklı şekilde özel oluyo ama. yani herkes bi şekilde özel. herkes ailesi için özel mesela. ama bu yetmiyo genelde kimseye. çünkü öntanımlı zaten o. ikinci özellik insanın "sevgili" olarak adlandırdığı kişiden geliyo (ben kimseyi o şekilde adlandıramadım o da gariptir). karşılılı olarak özel oluyosun. bu olayı da bu şekilde tatmin ediyosun. ne biliim naz yapıyosun, kapris yapıyosun, bişeyler bekliyosun, mantık sınırlarının ötesine geçiyosun. mantık zaten saçma, dayatma bişey. (hmm biraz önce kendimle mi çeliştim. hmmm).
ben hala bi şekilde özel olmaya çalışıyorum tüm dünya için. ama önce kendim için.
ya ben kendine hiç saygı duymayan bi adamım sanırım. isteklerime ihtiyaçlarıma. çok kötü bişey bu yaa. sen kendine inanmazsan kim inanır ki sana? kendim hakkında şu kesin şöyledir, bundan sonra ölene kadar değişmeyecek dediğim birtek şey olsa var ya, dünya başkanı olurum. daha öncemlisi çok mutlu olurum.
ben dahil bi çok kişi anlamıyo gibi geliyo söylediklerimi, yapmak istediklerimi. zaten yapacaam da yok ya işte, laf.
ya demin bi sürü şey vardı kafamdan geçen uçtu gitti yine. zaten hoca demişti "düşünce bir avuç dumandır, yazmak onu hapsetmektir." diye.
neyse yeter. hadi sağlıcakla kalın.
hah bi de şey diyecektim: hani yazmışım ya bloga ilkburaya mutlu şeyler yazayım diye. olmaz ki. beni mutlu eden bişey varsa niye oturup yazayım ki? gider beni mutlu eden şeyi yaparım. budur yani hayat felsefem. şimdi yazı yazmak bana iyi hissettiriyo o yüzden yazıyorum.
hadi bakalım....

Hiç yorum yok: